Kur’an’ın esas meselesi, Tevhid gerçeğini insanın aklına nakşetmek, insanın tutum ve davranışlarının “Dosdoğru olmak” ilkesine göre gerçekleşmesine yardımcı olmaktır. Bu gerçek, Kehf suresinin son ayetinde şöyle ifadesini bulur: “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.” (Kehf, 110). Bütün peygamberlerin çağrısının özünü tevhit oluşturur. Tevhit, yani Allah’ın var ve bir olduğuna iman, dinin en temel kurucu ilkesidir; insanı özgürleştirir.
ÖZGÜRLÜK VE İNSAN OLMAK
Allah’ın varlığı, aklını ön yargılardan arınmış olarak etkin kullanabilen her insanın kolayca ulaşabileceği bir gerçektir. Nitekim Kur’an, İslam öncesi dönemde, insanların yerleri ve gökleri yaratan bir Yaratıcıya inandıklarını söylemektedir. (Ankebut, 61) Fatiha suresinin ilk dört ayeti, varlığına inanılan Tanrı’nın, iyi anlaşıldığı takdirde, insanı hem özgürleştirecek, hem de “insan” olmasını sağlayacak sıfatlarını bize sunmaktadır. Hiç kuşkusuz hamd, her türlü övgü sadece Allah’a mahsustur. Rahman ve rahim olan Allah, âlemlerin Rabbidir. Rab, oldukça geniş anlamlıdır; özünde hem merhametle, adaletle, özenle yaratma; hem de yaratmayı sürekli kılma, yaratılmış olanın var kalmasını sağlama anlamı vardır. Yaratmanın sürekliliğini sağlamak, hiç kuşkusuz yaratmaktan daha zordur. Allah, var olan her şeyin tek yaratıcısı olduğu gibi, sürekli genişleyen evrenin, düzen içinde var olmasını sağlayan yasaların da yaratıcısıdır. Yeri gelmişken, doğa bilimlerinin, tanrısal aklın nasıl işlediğini, yaratmanın hangi ilkelere göre gerçekleştiğini anlama ve açıklama faaliyeti olduğunu da düşünmekte fayda vardır.
Allah’ın rahman ve rahim oluşu ne demektir
Allah, ‘rahman’dır; merhamet O’nun en belirgin niteliğidir. Allah’ın sonsuz rahmeti, varlık sahnesine çıkan her şeyin var olmasını mümkün kılmıştır. Allah rahimdir; Allah’ın bütün işleri, yaratma ile ilgili her şey, O’nun sonsuz merhametini açığa çıkartır. Allah’ın yaratıcılığı, süreklilik arz etmektedir. Allah’ın rahman ve rahim olması, sonsuz rahmetinin her şeyi kuşatmış olması demektir (Araf, 156). Bu sebepten, mümin Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmez (Yusuf, 87). Adalet ve merhamet, var oluşun temelinde yatan ana ilkelerdir.
Tevhit özgürleştirir
Diğer taraftan, insanların en büyük zaafı, Tanrı’nın dışındaki birtakım varlıklara bir tür tanrısal güç atfetmeleridir. İnsan, korktuğu ve sevdiği şeyleri putlaştırabilmektedir. Arzularına, zevklerine tapabilmektedir. Putperestler de, kendilerini Allah’a yaklaştırsın diye putlara tapmışlardır. Oysa insanın kendini gerçekleştirebilmesi, insan olabilmesi, önce düşünce dünyasını aydınlık hale getirmesiyle mümkündür. Tevhit, insanı özgürleştirerek, aklın doğru ve etkin kullanılmasını sağlar. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, bir başlangıçtır. Âlemlerin Rabb’i, bizden sadece kendisine ibadet etmemizi, sadece kendisinden yardım dilememizi istemektedir. Rahman ve rahim olan Allah, var denilebilecek her şeyin yegâne yaratıcısıdır; insanı varlık sahnesine çıkartan da O’dur. Bunun için insan Allah’a şükran borçludur. İnsanın önünde eğileceği tek varlık yüce Allah’tır. İbadet, sadece Allah’a yapılır; ibadet insanın insan, Allah’ın da Allah olduğunun bilinmesi ve bu bilincin hayata hâkim kılınmasıdır. Bunun için de, insanın Allah’ın sürekli desteğine ihtiyacı vardır.
Dinlerdeki altın kural
Prof. Dr. Adam, “Peygamberimiz, Müslüman’ı, ‘Başkalarına eliyle ve diliyle zarar vermeyen kimse’ olarak tanımlamıştır” diyor ve bir “altın kural”
hatırlatması yapıyor.
Prof. Dr. Baki Adam – Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
DİNLERİN var oluş nedeni insanları kurtuluşa ulaştırmaktır. Her din, insanlara ebedi hayatta kurtuluşa ulaştıracak reçeteler sunar. Dinleri birbirinden ayıran ve farklılaştıran da, onların sundukları bu reçetelerdir.
Dinlerin sunduğu reçetelerin içeriği nedir?
İki boyutu vardır. Bunlar, inanç ve amel boyutudur. Dinler, müntesiplerinin kurtuluşa ulaşabilmesini sağlamak için bir takım inanç ve amel ilkeleri ortaya koyarlar. Müntesiplerine, bunlara uyulmasını, kurtuluşun bu ilkelere uymakla sağlanacağını telkin ederler. Dinlerin sunduğu kurtuluş reçetesinin amel boyutu, ibadet ve ahlak ilkelerinden oluşur. Her din, inanç yapısına göre farklı ibadet şekilleri ortaya koyar. Fakat ahlak ilkelerinde dinler arasında herhangi bir farklılık olmaz.
Toplumda huzur nasıl sağlanır?
Bir toplumu oluşturan bireylerin hepsinin bir takım temel hakları vardır. Bunların başında; yaşama, düşünme, inanma, mal sahibi olma, namusunu koruma, hürriyetini koruma gibi haklar gelir. Bu hakların korunması, toplumdaki kişilerin birbirlerinin haklarına saygı göstermeleriyle sağlanır. Kişilerin haklarının korunduğu bir toplumda ise her bakımdan huzur ve mutluluk olur.
İslam’ın “haklara saygı” yaklaşımı nedir?
İnsanların huzur ve mutluluğunu esas alan dinler, başkalarının haklarına zarar vermemeyi dindarlığın ve güzel ahlakın temel ölçüsü kabul etmişlerdir. Bunun için kişinin kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkaları için de istememesi pek çok dinde öğütlenmiştir. Peygamberimiz bir hadisinde bunu şöyle dile getirmiştir: “Bir kimse, kendisi için istediği şeyi, başkası için de istemedikçe gerçek mümin olmaz.” (Buharî, Sahih, İman, 7.) Peygamberimizin bu hadisine göre gerçek bir mümin, kendisine zarar verilmesini istemediği gibi başkalarına zarar verilmemesini de istemelidir. Peygamberimiz diğer bir hadisinde, Müslüman’ı, başkalarına eliyle ve diliyle zarar vermeyen kimse olarak tanımlamıştır. (Müslim, Sahih, Kitabu’l-İman, 14) Kuran-ı Kerim’in pek çok ayetinde de bu hususa vurgu yapılmıştır.
Hak vurgusunun diğer dinlerdeki yeri nedir?
Hz. Muhammed’in yukarıda zikredilen hadislerinde dile getirilen husus dinlerde “Altın kural” olarak bilinir. Hz. İsa bu kuralı “İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Tevrat’ın ve peygamberlerin söylediği budur” (Matta, 7:12; Luka 6:31) şeklinde ifade etmiştir. Yahudi bilgelerinden Hillel bu kuralın Tevrat’ın özü olduğunu belirtir. Talmud’daki hikâyeye göre bir Romalı putperest önce Şammay isimli bir Yahudi âlimine gelir ve tek ayak üzerinde durabildiği sürede Tevrat’ı anlatırsa Hz. Musa’nın dinini kabul edeceğini söyler. Şammay, bu kadar kısa süre içerisinde Tevrat’ı anlatmanın mümkün olmadığını söyleyip onu yanından kovar. Romalı putperest sonra Hillel’e gider ve aynı istekte bulunur. Hillel ona şu cevabı verir: “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma! Tevrat’ın özü budur. Gerisi yorumdur. Git ve bunu öğren!” (Talmud, Şabat 31a)
Günümüzde bu altın kurala ne kadar uyuluyor?
Altın kural olarak adlandırılan ve “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” veya “Sana yapılmasını istediğin şeyi başkasına yap” şeklinde çeşitli kültürlerde ifade edilen bu kurala günümüzde insanların her zamankinden daha fazla hatırlamaya ve gereğini yerine getirmeye ihtiyaçları bulunmaktadır. Mübarek ramazan ayı ve bu ayda tutulan oruç bir bakıma Müslümanlara bu kuralı hatırlama imkânı sağlamaktadır.
Akitlerinizi yerine getirin
MAİDE SURESİ: Medine döneminde nazil olmuştur. Surenin adı, 112’nci ayette geçen “Sofra” anlamına gelen ‘Maide’den alınmıştır. “Sure, müminlere sosyal ve manevi sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısı ile başlar ve insanın ‘Göklerin, yerin ve onların arasındaki her şeyin hükümranlığına’ sahip bulunan Allah’a kesin bağımlılığı hatırlatarak sona erer. Hz. Peygamber’e bahşedilen son vahiylerden biri olarak sure, dini vecibeler ve muhtelif sosyal yükümlülükler ile ilgili bir demet sunar. Ama aynı zamanda, Kuran izleyicilerini, ilahi buyrukların alanını sübjektif kıyas yoluyla genişletmemeleri için uyarır.” (Esed, 181) Surenin ilk ayeti şöyledir: “Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar, size helal kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.”
Kalplerimizde kine yer verme
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden din kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde müminlere karşı kin, kıskançlık gibi duygulara yer verme. Ey Rabbimiz! Hiç şüphesiz Sen raufsun, müminleri çok sever ve dualarını kabul edersin; Rahimsin, kullarına karşı daima şefkatli ve merhametlisin.” (HAŞR/10)
SÜRÜCÜLER ORUÇ TUTMALI MI
Mazeret devam ettiği sürece ruhsat da devam eder. Yolculuk ve hastalık gibi mazeretleri sebebi ile oruç tutamayan ki?iler, bu mazeretleri devam ettiği sürece oruç tutmayabilirler. Sürekli mazereti bulunanlar, mazeretleri ortadan kalkınca, oruçlarını kaza ederler. Kuran’ı Kerim’de; “… Kim de hasta veya yolcu olursa, (oruç) tutmadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun” buyurmaktadır. (Bakara/185). Devamlı olarak uzun yola giden sürücüler de yolcu hükmündedir. Şu kadar var ki, yolculuğunda bir sıkıntı çekmeyenlerin oruç tutması daha faziletlidir. (Oruç- Sıkça Sorulan Sorular/ Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)
İftardan sahura kan bağışı
TÜRKİYE’nin kan ihtiyacının yüzde 85’ini karşılayan Kızılay, ramazan ayıyla birlikte düşen kan bağışlarını artırmak için çalışma başlattı. Kızılay, kan bağışı için iftar sonrası alışveriş merkezleri, iftar çadırları ve camilerin önüne mobil kan alma araçları koydu. Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar başlattıkları çalışmaya ilişkin şöyle konuştu: “Ramazanda oruçlu vatandaşlarımızın kan bağışında bulunmasının uygunluğu fetva ile de bildirilmiş olmakla birlikte, kan bağışlarında düşüş yaşanmaktadır. Düşüşleri azaltmak için iftar sonrasında kan bağışı alımı çalışmalarını, sahur vaktine kadar düzenliyoruz.” – Fevzi KIZILKOYUN/ANKARA
Fatiha Suresi bize ne sunuyor
No comments:
Post a Comment